Stock Out, Deneyim In
Tüketiciler artık bir ürün satın almak istemiyor. Evet, yanlış duymadınız! Tüketiciler artık müşteri deneyimi satın almak istiyor. Hayatın içinden ve gerçek şeyler istiyor. Özellikle yeme-içme sektöründe yer alan markalar artık dijitalde var olabilmek için bir ürün değil, bir yaşam tarzı vadetmek zorunda desek abartmış bile olmayız.
Kahve değil, dumanı üstünde tüten ve mis gibi kokan sıcacık bir kahve. Tost değil, ısırdığın anda kaşar peyniri uzadıkça uzayan bir tost. Çikolata değil, akışkan kıvamıyla zihnin derinliklerindeki iştah kabartan noktayı uyaracak kadar erimiş bir çikolata. İşte bu deneyim. Bir de işin “o anda” kısmı var. “O anda oradaydım” dedirten cinsten. Sabah işe giderken elde tutulan karton bardakta bir sabah kahvesi, arkadaşlarla evde toplaşıp maç izlerken herkesin payına düşen bir dilim pizza, güneşli bir Cumartesi günü kendini çimlere atıp bir ısırık alınan bol malzemeli hamburger ve daha nice “o an”. Bu ve bunun gibi yüzlercesini bir günde markaların sosyal medya akışında son dönemlerde ne kadar çok gördüğünüzü fark etmiş miydiniz? Farkında olmasak da dijital dünyada ve onun amiral gemisi sosyal medyada her gün çok yoğun bir deneyime maruz bırakılıyoruz.
Peki, bu müşteri deneyimini vitrinine yansıt(a)mayan markalara ne oluyor dersiniz? Çağı yakalayamıyor, tüketiciye samimi değil aksine yapay geliyor, hatta belki yeterince lezzetli bile gelmiyor olabilir.
Önceden buram buram tasarım ve stock kokan marka paylaşımları yerini iPhone kamerasıyla o anda orada çekilmiş hissiyatı yaratacak fotoğraf karelerine bıraktı. Bu demek değil ki tasarım dünyasının artık sosyal medyada yeri yok. Hala dijital iletişimin tartışmasız en önemli parçalarından bir tanesi tasarım. Ama yeme – içme sektöründe gözle görülür bir değişim olduğunu da kabul etmek gerek. Mesela, Instagram’da biraz aşağı inip sevdiğiniz bir kafe, gıda ya da restoran markasının bundan 2 yıl önceki paylaşımlarıyla şimdiki paylaşımlarını karşılaştırmaya ne dersiniz?
Tüketiciler artık onlarla direkt konuşan, onlara dokunabilen, yaşamlarının bir parçası haline gelebilen markaları bağrına basıyor. Mesela, Starbucks. Elbette global ölçekte lezzeti ve kalitesi tartışılmaz bir marka. Peki, tüketiciler bu global lezzetin peşinde mi sizce gerçekten? Yoksa o markanın üstü kapalı bir şekilde vadettiklerinde ve sunduğu yaşam tarzında mı?
Kaykay sürerken kahve içmek! Kulağa herkesin sahip olmak isteyeceği kadar etkileyici bir süper güç gibi geliyor. Ya da her Pazar sabahı yüzlerden kahkahaların eksilmediği kalabalık serpme kahvaltı sofrası paylaşımları… Üzgünüm ama bunların hiçbiri lezzetle alakalı değil! Kaykay sürerken kahve içersen cool olursun, Pazar sabahı bir restorana serpme kahvaltı yapmaya gidersen, hafta içi kahvaltı yapmaya bulamadığın vakti satın almış olursun.
Özetle, bundan birkaç yıl sonra sosyal medya pazarlaması nereye doğru evrilir tahmin etmek çok zor olsa da tek bildiğimiz, açken Instagram’da gezinmenin gün gittikçe daha tehlikeli bir hal alacağı. 😉